Allah'ın Bahçesinde Bir Çocuksun
Allah’ın bahçesinde
bir çocuksun. Evinin duvarlarından şelaleler akıyor. Evinin zemininden aşağı
sonu görünmeyen kapkara bir kuyu uzanıyor. Dalabilirsin. Bir tünel gibi dolanıp
seni tekrar denize getirir. Ve gelirsin. Gece kapkaranlık denize girmekten
korkmazsın çünkü şimdi bir planktonsun. Suyu ve kendini mavi floresan bir ışıkla aydınlatabiliyorsun.
Bir kuyruğun var. Yusufçukların şeffaf ve güneşte gökkuşağı renklerini yansıtan
kanatları gibi bir kuyruk.
Burasının Allah’ın
bahçesi olduğunu bildiğinde sana korku yok. Deniz kenarında arkanda yükselen
koca dağlar meğer bir adammış, avcunu uzatıp seni avcunda yukarı yükseltir,
manzarayı görürsün, o avuçta yumuşak ve güvenli bir yatakta gibi güvenle durursun
ve buna şaşırmazsın.
Bunca harikuladelik
içinde senden başka türlü davranman ve başka kıyafetler giymen de beklenmemiş. Olağanüstü
bu renk ve şekil dansının ortasında her şey başka bir şey olabilirken sen mor
sweatshirtün ve siyah taytınla duruyorsun ve hiç yabancılık çekmiyorsun çünkü
bu bahçe seni şimdi neysen öyle alır ve oyuna dahil eder. Bu beraber oynadığın
tüm doğa olayları, yaratıklar, bitkiler, deniz, seni kardeş gibi nasıl da kabul
ediyor.
Hayatında
görmediğin beyaz şeffaf yaratıkları dağ başlarında, yürüyen, şekil değiştirip
hayvanlara dönüşen beyaz mantarları izlemek seni ne ürkütür ne şaşırtır, sadece
hayran bırakır. Bu bahçenin hayal gücüne bir dokunabilmek dünya hayatında ne
çok şeyi değiştirebilirdi. Seni yumuşacık bir avcun içine alıp, oradan oraya
uçurup ağzına bir kaşıkla altından bir yiyecek verdiler, bu yenmez diyemedin
mesela. Çünkü bu bahçede her şey her şeydir ve her şey güvenlidir. Ve sana bir
şey olmaz, başına kötü bir şey gelmez, kimse sana zarar vermez. Tek koşul, orada
olmak ve izin vermek.
Şekil dediğin,
mekan dediğin, zaman dediğin her şeyin birbirine dökülüp karıştığı ve iç içe
geçebildiği bu evrende, sen de eriyip ebru boyası oldun ve bir tavuskuşunun
üzerindeki göz desenlerinden birine aktın ve buna şaşırmadın.
Beden, akıp evrene karışmak için önce bedenini
bulmalı. Güven dediğin, güven verir denen her dünya koşulunu önce sıkıca tutup sonra salıverince ortaya
çıkar. Ve mekana tam yerleşebildiğinde oradan taşan oraya düşen her şeyi
görebilecek hale gelirsin. Önce dünyana, evine iyice otur ve yerleş. Önce insanın
bedenini, dünyadaki yükünü, acısını gör, kabul et. Önce etten kemikten
varlığını, evin duvarlarını, gücün sınırlarını gör, tamam de,
buradayım, zor geliyor ve bana göster.
Benliğini, egonu
kenara bırak derler. Bu yanlıştır. Ancak benliğine ben de ben diyen, ancak tüm
gözlerini kendine kendi bedenine kendi organlarına kan akışını hissedecek kadar
sessizlikte kulak kesilen Allah’ı hissedebilir. Güneşin doğuşu ne kadar gerçek
ve koşulsuz kabul ediliyorsa, bedeninde de kayıtsız şartsız her gün akan kana,
yaşayan, büyüyen organlara, hücrelere, birbiriyle alışveriş yapan, capcanlı ama
kontrolün dışında, sadece olan, yapılan, bu varoluşa gözlerini iyice açabilen, bende
de bir dünya yaratılmış ve bu devinim her gün benim hayalim dışında devam
ediyor, diyebilen.
İşte kalbinde bir baloncuğun içinde yaşayan
bir his o. Hiçbir yere sığamamış, güneşe de, dağlara da, hiçbir kitapta tam
anlatılamamış, gizli kalmış, sayılarla, harflerle şifrelenmiş, tam çevrilememiş
ama yıllar boyunca yerde aradığın, gökte aradığın, insanlarda, yücelerde
aradığın, işaretlerde, kitaplarda, tam anlayamadığın, tam hissedemediğin; kalbinde olması fazla mecazi gelmiş olduğu için ciddiye almadığın.
Kalbine gerçekten bakmayı akıl etmen gerekir, akıl kalbe bakmayı akıl etmek için.
Sonra düşünce, felsefe, siyaset. Ne komik tüm bunlar. Kalple başbaşa, su
sesiyle veya sessizlikte yalnız kendisiyle kalamayan, kendindeki hazineyi
nereden bulacak? Bulamadığı bir hazineyi nasıl teslim alıp gönülden kabul
edecek? Gönülden kabul edilmeyen hatta göz göze gelinmemiş bir hazinenin içine
girip nasıl oynasın?
Allah neden hiçbir yerde değil de, beynimde
değil de, ağaç kovuklarında, denizlerde, göğün yedi kat üstünde veya altında
değil de kalpte? Kalpte bir odacık, bir baloncuk var. Onu orada duyan ve bulan kainatta bulur, artık her yerde yanında bulur. Şekli
yoktur, sesi de ama oyun bahçesine adım atmış olmanın hissi vardır. Sevildiğini ve kabul edildiğini bilmenin hissi. Dünyada güneşten
lezzet alabilen, başka evrenlerde oyun oynamaya başlayabilir. Her şeyin
birbirine karışıp yine de asla dökülmediği bir düzenin şu anda yaşamakta olduğunu görebilir.
Yorumlar
Yorum Gönder