Alper’in restoran
işletmesi, güzel yemekler yapması, müzikten haz alması ve sekste bdsm
eğilimleri tesadüf değil. Hayatı, kısa ama çok yoğun deneyimler üzerinden
tatmayı seçiyor. Hayata dokunma şekli, zirveye ulaşan aşırı zevkler çünkü
hayatın geri kalanındaki deneyimleri o kadar canlı ve keyfine vararak
yaşamıyor.
Ada’nın ona bir
bakıma daha “normal” sevişmeyi öğretmesi aslında bir dönüm noktası olabilir
fakat hikayenin geri kalanında Ada’nın bu zirve deneyimden sonra Alper’in
hayatına daha da fazla dahil olmaya başladığını görüyoruz ve Alper deneyimi
zamana yayarak öğrenme ve gelişme fırsatını kaçırıyor. Çünkü deneyimlerinden
öğrenip değişebilmesi için zamana ve alana ihtiyacı var ama hayır, Ada’yı bir
anda Alper’in evinde, sabah sabah “hadi kalk, anneni almaya gidicez, hadi
ortalığı toplayalım” derken buluyoruz. Bu bir tür alan ihlali algısını ve duyduğu rahatsızlığın ilk örneğini Alper'in evindeki ilk yemeklerinde Ada'nın masaya oturduğu an attığı o garipseyen bakıştan anlıyoruz.
Alper, Ada’yı
annesiyle tanıştırmak, hatta onu almaya Ada’yla gitmek konusunda tam bir people pleaser gibi davranıyor. Sebepler şunlar olabilir. Ada bunları dile dökmese de
her halinden anlaşılan bir “senin hayatında her an olmak istiyorum” ihtiyacında
ve Alper kendi ihtiyacını yok sayarak onun bu ihtiyacını karşılamak istiyor. Veya
Alper, annesiyle beraber gelecek olan tetiklenme ve duygularla başa
çıkamayacağını düşündüğü için sorumluluğu Ada’nın varlığıyla dağıtmak ve
hafifletmek istiyor.
Her iki durumda
da kendi sorumluluğunu almayan biri var. Ada’yı memnun ederek o sırada kendi en
acil ihtiyacı olan yalnız kalma, sakinleşme ihtiyacını erteliyor. İlişkilerde bunu
yapmamız doğal gelir ve yapılır da ama bazen çok kritik zamanlar vardır, bizi
fazla uyardığını, fazla yoracağını sezdiğimiz ama yine de “olsun ya, bir şey
olmaz, incilerim dökülmez ya” diyerek kendimizi acilen değişmeye ikna ettiğimiz
zamanlar, asıl dananın kuyruğunu koparan zamanlardır.
Issız adam bir
anlamda kötü, duygusuz, duyarsız, sorumsuz diye etiketlenen adamın highly sensitive person tanımına girebileceğini düşünüyorum. Evet hsp deyip merhamet
duyarak bazı davranışlarını sineye çekmeyi önermiyorum ama bu adam için
değişiklikler, kalabalık, gürültü, çok fazla olay ve konuyu aynı anda deneyimleme, büyük bir kontrol kaybı, önce panik, sonra başa çıkamama ve çökkünlük
yaratıyor. (Bkz. annesini kendi restoranına götürdüğünde verdiği aşırı tepkiler)
Yani Alper
ilişkiyi tam de beklediğim noktada koparıyor. Annesinin gittiği, çok yorgun
hissettiği, ama Ada’nın eve gelip ağzına sarmaları tıkıştırdığı ve bir yandan
da durmaksızın konuştuğu o anda, aslında Alper şöyle demek istiyor. “Ada ben
çok yorgunum, sen evine gitsen veya biraz sussan olur mu?” Ama Ada’nın buna çok
kırılıp triplere gireceğini ve bir de “yok canım seni seviyorum ama şu an
gerçekten her şey çok fazla geliyor” diye bu olayla uğraşamayacak kadar güçsüz
hissettiği için dan diye “Ada ben ayrılmak istiyorum” diyor. Çünkü ayrılmak tüm
bu dertlerin ve yorgunluğun sonu demek, o sırada en ferahlatan ve hafifleten
seçenek bu. Çünkü sinir sistemi allak bullak olmuş ve kendini korumak istiyor. Öbür
türlü, Ada’nın beklediği, ihtiyaç duyduğu gibi davranmazsa her seferinde onu,
sevgisine, iyiliğine, harikalığına ikna etmesi gerekecek.
Alper için Ada,
hayatın dokunamadığı canlı, cıvıl cıvıl parçası. İki tarafın da ilişki kurmaya
ihtiyacı var ama gerçek bir ilişki kurabilmeleri, Alper’in kendi içindeki cıvıl
cıvıl yanını canlandırması ve o yanıyla temas etmesi, Ada’nın da kendi içindeki
mesafeli, sakin tarafını görüp sahip çıkmasıyla daha mümkün.
Ada’da, “Alper’le
birlikte uyumazsam beni unutur, annesiyle düğüne gitmezsem olmaz, Alper’in
sorumluluklarını üstlenmezsem beni sevmez” telaşıyla bir koşturmaca, durursak
düşeriz çırpınışı görüyoruz. Alper’in alnına, saçlarına bakarak söylediği
sözler aslında kendi hayatını yansıtıyor olabilir: “Mavi bir telaş”
Alper’de de, o istediği mesafeyi koymak için
artık çok geç olduğunu düşünmenin yorgunluğu, çaresizliği. “Mesafe koyarsam,
hakkımda yanlış düşünür, beni de diğerleri gibi sanır.” Çünkü Ada daha ilişki
başlamadan, erkekleri bir kutuya koyduğunu belirtiyor, “biriniz de farklı bir
şey söyleyin, hepiniz aynısınız.” Bu cümle Alper’in sıradışı olma, farklı olma
ihtiyacıyla dünyada tuttuğu alanı sarsıyor ve bir çabaya giriyor. “Hayır ben
diğerleri gibi değilim.” Ve diğerleri gibi olmadığını kanıtlama çabası onu hiç
istemeyeceği bir yere getiriyor. Annesiyle sevgilisini tanıştırma, sevgilisiyle
birlikte bir hayat kurma ve bir anda elinden kaçan kontrol ve alan.
Ayrılıktan sonra
söylediği cümlede Ada’nın gerçek motivasyonunu ve Alper’le konuşmadığı şeyi duyuyoruz.
“Neden hiç şaşırmadım acaba?” Ada terk edilmeyi bekliyor, terk edileceğini
biliyor, terk edilmeyi umuyor çünkü yaptıklarının gizli gündemini kendisi de
biliyor. “Seni ürkütmek istemedim ama” cümlesinde anlıyoruz, kendisi de aslında
yaptıklarının “ürkütücü” şeyler olduğunu, aslında Alper’le sürekli birlikte
olmak istediğini ama kendisini frenlemek zorunda kaldığını ve bunların dürtüsel
olduğunu biliyor ya da seziyor diyelim. Ama inancı bu şekilde oturmuş olmadığı
için Ada’nın her davranışından bu ihtiyaç hali “sızıyor.” Alper bunu Ada’nın
sözsüz ama hissedilen varlığından anlıyor. Alper kendini sıyırmaya çalışıyor
gibi görünmüyor ama herkesi memnun etmenin makul bir yolunu arıyor ve o da
aslında “bu sefer” oldurtmak istiyor, kendine rağmen. O da Ada gibi memnun
etmek ve gerçek kendini biraz dizginlemek, eğitmek, geliştirmek istiyor. İlişkinin
başında Ada, “ben aslında bir peri masalı yaşamak, seninle hemen evlenmek ve
çocuklar yapmak istiyorum” dediğinde Alper ne kadar ürküp kaçacaksa, Alper de “ben
senden çok hoşlandım ama yavaş gitmek istiyorum, biraz ayrı ayrı da vakit
geçirsek olur mu?” dediğinde Ada “sen de bütün erkekler gibisin, yok kalsın o
zaman” diyerek gidecek. Oysa ikisi de “başka türlü olabilir miyim, bir iki adım
daha diğerine yaklaşabilir miyim, biraz da onun ihtiyaçlarını gözetebilir
miyim?” diyor da olabilir veya tamamen “dur bakalım, kendimi biraz saklayayım,
ne yapacak, bu iş nereye gidecek, belki de farklı olur” diyor ve farkında
olmadan bir pusu kurup aslında yine kendi kehanetlerinin (“yine olmayacak”)
gerçekleşmesi için bir süre beklemeyi seçmiş olabilir.
Issız adam
diyerek veya ghosting yapmakla suçladığımız adamların dünyasında bunlar oluyor
ve bazen oturup konuşması o kadar karmaşık, o kadar yorucu, karşılığında
duyulacak suçlama ve yargıların ağırlığı o kadar incitici hatta haklı
olabilecek ki, bir insan bazen sadece kafasında gelişen sohbetten yorgun düşüp
sanki her şeyi konuşmuş ve konuyu kapatmış gibi yapmakta bir sakınca görmüyor. Olgun
bir davranış mı, elbette değil, bir yetişkine yakışan bu mu, elbette hayır ama içinde
birbiriyle çelişen bunca çözülmemiş konu, verilen gerçek bir duygusal ve
zihinsel çaba varken “o zaman neden peşimden koşup durdun?” sorusuna
indirgeyeceğini bildiği zaman ıssız adam ne yapsın?
Dünyası,
sandığımızdan daha derin ve karmaşık olabilir. Verilen acıyı hafifletmese de,
kendi çektiği gerçek bir sancı da var.
Bunun yanında, bu
iki kişinin de unutulmaz olmalarının gerçek sebepleri var. Alper, Ada gibi
koşturup duran ve “olduran” biri için çok derin, büyüleyici, hayatta kimseyle
yaşamadığı yoğunlukta deneyimler yaşatma gücüne sahip. Onu gerçekten gören,
anlayan, ihtiyaçlarını daha o bilmeden sezip karşılayan, duymaya aç olduğu
şeyleri söyleyen biri. Ama sonrasında Ada’nın bunları hep ve daha fazla duyma
ihtiyacı ve Alper’in bunları gitgide birer görev olarak algıladıktan sonra
sönen ilgisi Alper’i bunalımlı, sıkıcı, sorumsuz veya işkolik ve ilgisiz bir
kocaya çevirebilir.
Ada, Alper gibi
birinin gördüğü en yaşayan, en canlı, en “normal” insan olabilir. Çünkü Alper
hep bu kadar candan, samimi, günlük hayatın içinde, gürül gürül yaşayan biri
olmak istemiş ve bunu “normal” bilmiş olabilir. Kendi içedönük, sessiz, kimseye
gerçekten temas edemediği dünyasında Ada yepyeni, ışıltılı bir alandır ve Alper
kendisinde olmasını istediği bu ışıltıyı, Ada’yı hayatına alarak edinmeye
çalışır. Sonunda kendi içinde canlandıramadığı, dolayısıyla kontrolünü de
sağlayamadığı bu doğal ve akışkan güç, Alper’i deli edecek ve Alper kaçmak
isteyecektir. Birlikte yaşadıkları bir hayatta, o da Ada’nın sürekli yapılacak
işleri hatırlatan bir alarm, Alper’i oraya buraya çekiştiren, eleştiren, kendi
başına kalamayan, sürekli birileriyle bir yerlerde meşgul, çok konuşan, biri
olduğunu düşünmeye başlayabilir.
(Eril dişil
enerji, derin kazılar konusunu Ada ve Alper için ayrı ayrı çalışmaları başka
bir yazıda yazacağım.)