Yaşadım

Bilgisayarım o kadar geç açılıyor ki, sonunda yazacaklarımı unutup veya onlardan vazgeçip gidesim geliyor. Beklerken, zaten o kadar da önemli bir şey yazmayacaktım galiba diyorum. İnsanın başkaları okusun diye yazması bana her seferinde tuhaf geliyor, sonra da gelmiyor çünkü aklıma yatıyor. En önemlisi, beni bir kişi okuyor, bunu onun için yazıyorum. Ben yazıyorum o bana şarkı gönderiyor veya bir gökkuşağı. Ben kendi gökkuşağımı bulamam mı? Pekala bulurum ama bir insan bir başka insanın gökkuşağını da görmek ister.

Geçen gün kitaplığı taşırken devrildi ve neredeyse altında kalıyordum. Onca sözcüğüm, onca kanım içimde, onca şarkımla düşünün ki ölüp gidecektim. Ama bir insanın kendisine yaşadım diyebilmesi önemli geliyor. Yaşadım, sevdim ve onlar için elimden geleni yaptım demek isterim. Yaşadım diyebilmem için, o güneş veya rüzgar kızımın saçlarında ışırken ben oradaydım, bunları gördüm ve başkalarına da gösterdim, demek isterim.

Yıllar önce bir hocamın neden edebiyatla uğraşırız? sorusuna türlü cevaplar verirken, hepsini kabul etmişti de bir tek şu cümleyi reddetmişti: Güzelliği göstermek için. Edebiyatı bunun için yapmayız demişti ve bundan o kadar emindi ki, hani biri çok fazla emin olunca sen daha az emin olmaya başlarsın ya güzel şeyleri göstermek için belki kişisel gelişim filan yazarız diye düşünmeye başladım. Yıllar geçti. Hayatın ne kadar yaşamaya değer olduğunu anlatmak için de yazarsın. Ben de şimdi eminim, alın bakalım.

Bazen bir an, var olan tek an olabildiğinde, sağdan soldan kırpılmış ve başka günlere geçişi engellenmiş tek bir gün gibi durduğunda, hayat öyle güzeldir ki, onu herkese göstermek istersin. Vazgeçmiştik, vazgeçmemeliyiz demek için. Çünkü sen de çok güzelsin ve benim sana ihtiyacım var, bu çayırların, buzulların, bu halkların ve bu küçük kızların sana ihtiyacı var ve sen olmadan olmaz, bunu diyebilmek için adının “edebiyat” olması gerekmez. Kim tutuyorsa bunun mührünü, basmayıversin benim yazdığım sayfaya. Yazmak başkasına merhaba demenin en rahatsızlık vermeyen yolu olabilir, ben ona merhaba diyorum. Her yazdığın bir diğerinin aynısıymış gibi gelse de, selam selamdır.

Başkasına rahatsızlık vermeden yaşamak üzere yetiştirilmiş bir çocuktum, buna uzun zaman  içerledim, gerçi gürültü yapmanın lezzetini de tatmasam belki hala içerlerdim – kimseyi dürtmeden, kimsenin kulağına hoparlör dayamadan yaşamak, zor bir işmiş anlayabiliyorum. İşte böyle zamanlar için, işte en çok hani o diyor ya –içime içime ağladım- içime içime ağladığım ve sevindiğim ve sorduğum her şeyi rengarenk bir kuş gibi kanatlarını açsın, uçsun diye yazmak. 


Fotoğraf: David Clode

Neden Yazmamıştım, Neden Yazmalıyım?



 Yazı yazarken rahatsız edilmekten hoşlanmadığım için ve son yıllarda sık sık rahatsız edildiğim için yazmanın bendeki en son etkisi buydu: öfke. Konuşamayacak, anlatamayacağım o halde hiç başlamayayım. Konuşursam, doğru bildiğimi söylersem birileri beni güçlü birilerine şikayet edip birilerinden olmakla suçlarsa ne yaparım. Oysa şimdi toz kir iyice suyun dibine çökünce kimin kim olduğunu biliyoruz.

Komşuların sesleri, bir şey isteyen, bir sorumluluğu hatırlatan birileri, sonra bunlarla yüklenip bastıran ağır bir bıkkınlık ve uyku. Üzerine alınanlar, üzerine alınması gerektiği ve hakkındaki gerçeği kendi dışında bilen biri daha olduğu için saldırganlaşan ama aranızda ermişler gibi dolaşan doğa ve hak aşığı, nezih muhitlerde gönlü bol, herkese yardım eli uzatan zorba mümin hanımefendiler. Sizden bahsediyorum gibi geliyorsa sizden bahsediyorumdur. Sizden iyi bahsedilmesini istiyorsanız insanların canını yakmamanız gerekir.

Bir anda mızraklarının ucuna ayetleri geçiren, bir anda ihanete uğramış, şaşkın, aaa meğer onlar da onlardanmış diye aptal ayağına yatan şimdi zengin olmuş Müslüman hanımefendiler, sizden de bahsediyorum. Birilerine sırtını dayayarak, birilerini sırtından uçurumlara iterken güçlenen, her konuda haklı mümin kadınlar sizden bahsediyorum. Filistin’e ağlayan, ağlamayanı kınayan ama aynı apartmandaki komşusu evinden ve işinden atıldığında kapısını penceresini sıkı sıkı kapatan mümin kadınlar, sizden bahsediyorum.

Bugün bir korkuya teslim olmadan yazacağım, isterseniz kediniz ishal olsun, isterseniz penceremin önünde bağıra bağıra konuşun, bana çok komik bir video izletmek isteyin, isterseniz sende oklava var mıydı diye mesaj atın ve isterseniz canlarım, ben şifremi unuttum diye arayın, ya da dünyayı yıkın, ben yazımı yazacağım.

Bana email atıp durup dururken neye inandığımı neye inanmadığımı sorabilirsiniz. Bana böyle şeyler soruyorsanız büyük ihtimalle aynı tanrıya inanmıyoruzdur (evet tanrı küçük harfle). Sizin bana "iyi niyetle" söyleyeceğiniz şeylere engel olamam ama benden duyacaklarınız konusunda artık kendime de engel olmayacağım. (Buna adınızla beraber mesajlarınızı yayınlamak da dahil.)

Şimdi sizin yaptığınız ama benim imzalamadığım anlaşmamız şöyleydi. Ben size iyi gelen yazılar yazacaktım, siz biraz ağlayacak ve sonra biraz arınmış hissedecek, sonra da tekrar kötü olduğunuzda tekrar okuyacaktınız. Ama ben ağladığımda hayıııır sen bizim kanaat önderimizsin sen yoldan çıkamazsın diye bana sardırıp hayatınızda kötü giden şeylerden beni sorumlu tutacaktınız öyle mi?

Tamam, şimdi tam da istediğiniz şey olacağım. Hayatınızı kurtaracağım. Hayatınızı gerçek manada kurtarabilmek için önemli bedeller ödedim. Bu bedeli ödediğim için o kadar kızgınım ki bundan sonra sizin canınızı da biraz yakacağım. Sizin iyiliğinizi istediğimi, nafile namazlarınızı eda ediyor musunuz, tırnağınıza oje mi sürüyorsunuz bunların hepsini görüyorum ve bir kenara yazıyorum dediğimde değil bakın nasıl anlarsınız. 

Kendinizin ve bütün insan kardeşlerinizin refahı ve iyiliğini isteyin. Kıskançlığınız varsa bununla uzun uzun oturup bunun ardını anlamaya gayret edin. Sonunda hem elinizin dilinizin uzandığı tüm insanlar hem siz rahat edersiniz, hem de boş yere hasta olmazsınız. Hayattan tat almak istiyorsanız hayatı başkalarına zehir etmemelisiniz. Hayattan tat almak istiyorsanız, kendinize yaşama izni ve hakkı vermelisiniz. Özünüzde iyi ve güzelsiniz, bunu sakın unutmayın. Anneniz babanız ne derse desin. İyisiniz ve güzelsiniz. Hakkı gözetin, herkesin hakkını, yalnız sizinkileri değil ve yalnız başkasınınkileri de değil. Ağzınızı eğe büke, canım benim, kuzucum filan diyerek söylersem herkesin canına okuyabilirim sorun olmaz demeyin. Üslup da önemli diye sahte ve gerzek olmayın. Doğruyu dosdoğru söyleyin. Koşullar uygun değilse bir süre susun. Her zaman konuşmanız gerekmez. 

Hak haktır. Müslüman'ın da, Alevinin de, Kürdün de, Yahudinin de, Ermeninin de hakkı insan hakkıdır. Cinsel azınlıkların da hakkı haktır. Kadının da hakkı, çocuğun da, hayvanın da, ağacın da hakkı haktır. Hak yemeyin. Hata yaptıysanız geri dönüp hata yaptığınızı kabul edin ve ifade edin. Ölmezsiniz. İnsanlarla birlikte yükselirsiniz. İnsanların üzerinde yükselen kimsenin mutlu ve huzurlu olduğu görülmemiş. İyiliğinizi de iktidar ve kibirinize araç yapmayın. Özgün olun, cesur olun, cesur olmanın yollarını öğrenin. Bir de kendinizi sadece bir canlı, bir varlık olarak ve "başarmamış" çocuk, bebek halinizle sevmeyi öğrenin. O zaman işte, elinizden, belinizden, dilinizden emin olmaya başlar dünya. Ancak onu sevebildiğinizde, bir şey olmaya gerçekten başlayabilirsiniz.

Ben sizin naif, kırılgan, doğa kızı, yeşilin kızı Anne’iniz ve anne cafenizim. İstersem o olurum, istemezsem başka biri, istersem rol yaparım ve inanın rol yaparsam ruhunuz bile duymaz. En iyisi insanları yukarılara koymayın, hayranlıklarınızı abartmayın. En iyisi kendinizi de yukarılara koymayın. İnsan olduğunuzu kendinize yedirebilin. Yükseklerden yücelerden düşün, gönüllü olarak düşmeseniz bile eğer düşürülürseniz bilin ki bunda hayır var. İnsan olmak gerçekten zordur ve insan olmayı kendinize öğretmek, asıl yüce olan budur. Bundan sonra beni dinlerseniz kurtulursunuz. Bundan sonra, eskiden olduğumdan daha da mübarek bir insan olacağımı sanırım anladınız.

Anlamadığınız çok fazla şey olacak. Meditasyon yapın, rüyaya yatın, tefe'ül yapın cevap belirecektir. Bazı şakalar yaptım. İnşallah hangilerinin şaka olduğunu bulabilirsiniz. Bundan sonra da kendisiyle oturmaya tahammülü olmayan lütfen buraya oturmaya gelmesin. 

Fotoğraf: Kyle Glenn

Nar Günlüklerinde Ne Oluyor?


Günlük sıkılmaz, yargılamaz, dayanması zor olanı senin adına taşır

Biz burada veya başka bir yerde yazmak istedikçe sırtımızı bir ağaca dayayıp zaten yazacağız. Yazmak öyle ucuz öyle kolay bir eşlikçi ki, bunun için herhangi bir etkinliğe katılmanıza gerek de yok. 

Bu kadınların bir mutfak masasında buluşması. Birlikte ve yalnız yazması.

Kurabiyemizi pişiriyor, bir mum yakıyor veya sevdiğimiz bir şarkıyı çalıyoruz

Ya da canımız nerede, nasıl çekiyorsa oradayız. Yalnızca bir kalem ve bir defter yetiyor.

İçimizdeki asıl tohumu kendi gözümüzün ve gönlümüzün önüne çıkarmak için yazıyoruz

Tozu silmek, örümcek ağını kaldırmak için 

Dünyayı varlığımızla tam olarak doldurmak için 

Pinyataya vurur gibi yazıyoruz

Acele etmiyoruz, uslu değiliz, kimseyi memnun etmeye çalışmıyoruz ve izin almadan yazıyoruz. Yazdıkça, konuştukça, yoğurdukça ve tohumu buldukça gayet iyi ve yolumuzda olduğumuzu görüyoruz.

Nar günlüklerinde, üzerine çalışılmış, düşünülmüş 7 haftalık bir plan var. Okudum, çevirdim, yazdım, biraz terzilik yaptım. Biraz da nar inceledim. 

Bu, günlük yazmanın yalnızca kendi bedenimizin, dünyanın ve cevherimizin güzelliğini anlayıp ortaya çıkarmayı hedefleyen bir çeşidi. Eksiğimizi gediğimizi, travmamızı çok bulduk, teşekkürler. Bu yalnızca vahşi, orman meyveli yanlarımızı bulma ve kutlama günlüğü. Çünkü yaralarımız bize merhamet kazandırabilir ama en iyi yanımızı gördükçe güçleniriz, dünyaya hizmetimizi de buradan yaparız.

Ben bu çerçevede yazma soruları ortaya koyuyorum, dileyen başka bir şey de yazabiliyor. 

Ayrıntılar bir önceki postta

Fotoğraf: David İskender

Ben kimdim peki? Ben Hilal. Hacettepe Üniversitesi Amerikan Kültürü ve Edebiyatı Bölümü mezunuyum. Sola Unitas'ta Koçluk eğitimi, Odtü'de iki ayrı dönem yaratıcı yazarlık eğitimi ve dünyanın çeşitli üniversitelerinden uzaktan eğitimle yazının sanat terapisi aracı olarak kullanılmasına dair dersler aldım. Pennebaker ve Ira Progoff'un çalışmalarını inceledim. 13 yaşımdan beri günlük, 28 yaşımdan beri blog yazıyor, yazının fonksiyonları ve yaratıcılık üzerine okuyor, düşünüyorum. 

Eski Kitap, Yeni Kitap

Blogdaki yazılardan 2014 yılına kadar olanların toplandığı bir kitabım vardı biliyorsunuz. Bu kitabın yayıneviyle sözleşmesi çoktan bitti. B...