İşte yeni şarkımız. Yıllar sonra blog yazıları küçüldü ve yoğunlaştırılmış bir şekilde şarkı sözlerinde bir araya geliyor.
Uzun yollardan geldim. Daha kısasını, özünü söylemek için dünyayı dolaşıp yorulmuş, sonra güzel ve temiz bir yatakta uyumuş dinlenmiş ve sabah denize karşı pencereler açmış gibiyim.
Bu şarkıyı, sesimi, nefesimi açan, çiçeklendiren şan öğretmenim Derya Kayaalp'e; kendi sesimi ve özümü duymam için elinden geleni yapan ve "ellerinde çiçek açmak"ın İtalyancasını öğreten Gabriele Filippi'ye adıyorum.
İçinde sadece kendi sesim ve gitar olan bir şarkı vardı. Bu şarkıyı
galiba 2014te kendime yazmıştım. Yıllarca bir kenarda durdu, şarkı söylemeye hakkım olduğuna karar verene kadar. Sonra bir gün bunu ukuleleyle çaldım.
Bir şarkının ruhu
vardır ama bu ruhu bazen tek enstrümanla anlatamazsınız. Bu bir paradoks
olabilir ama başka enstrümanlarla desteklerseniz şarkının sadeliğini ve ne dediğini daha çok
ortaya koyabilirsiniz ve bir şarkıyı en sade haliyle kime verirseniz verin, o
kişi o şarkıyı kendisinin kılacak elementler ekleyecektir. Bu bazen şarkının sizin ruhunuzdan çıkıp başkasının eşyası haline gelmesine kadar gidebilir.
Ama Hakan ne
eklediyse de şarkı, ben olmaktan çıkmadı.
Onun bu şarkıyı
devralması yıllar sürdü. Zamanını beklemiş. Ve devraldığı günden iki
üç gün sonra hazırdı. Tertemiz, kolayca, eğlenerek. Birbirimizi yıllardır tanımaktan gelen bir konuşmadan bilme haliyle. O benim bu şarkıyı yazan ruhumu tanıyor. Ona kendi ruhundan, bilgisinden ve kendine ihanet de etmeden hangi parçaları ekleyebileceğini biliyor.
İşte şarkının son hali bu.
Bu şarkının ortaya çıkması için bana güzel enerjiler ve dualar yollayan başta Özge'ye, kızıma, bir thetahealing meleği olan Filiz Hocama ve ne zaman başım sıkışsa destek istediğim diğer melek arkadaşlarıma, anneme, şarkının geçtiği yolları paylaştığım ve hep yanıbaşımda bulduğum Gülşen'e ve tabii ki, sanatını konuşturan Hakan'a teşekkür ediyorum. Bildiğim bir şey de şu, bana gelecek bir teselli varmış ve herkesin eliyle gelmiş.
Bugün bana
sorsanız, beni en mutlu eden şey, salçalı makarna yiyebilmektir.
Evdeki bozuk
sandalyeleri ve kullanılmayan minderleri dışarı taşıdım. Eski evimin yükünü her
geçen gün çıkarıyorum. Benim yük dediğim, birinin işine yarıyor. Yarım saat
sonra sokağa baktığım zaman, eşya gitmiş oluyor.
Yarım kalple
yapılan işler de yük oluyor değil mi? Bereketsizlik getiriyor. Hem zamanda hem
mekanda hem cepte. Yüreğimin tümünü koysaydım en kötü ne olurdu?
İşte yüreğim de,
bedenim de burada, zihnim de başka yerde gezinmiyor. Şimdi tamamımla sevgimin
kocaman emrindeyim.
Sol tarafta yanan
ışık, ateş, bana bir şey söyleyip duruyor. Salçalı makarna yemek değil. Sen severek
pişirmeyi öğreniyorsun. Sevgide pişmeyi de öğreneceksin. Yaradanın sevgisini
almayı, aracısız, uzun nutuklar olmaksızın. Çok şükretmeyi, zamanında sofraya
konan ekmeğin şükrünü yapmayı. Ben bugün kızıma sevdiği bir tatlıyı alabildim. Örnekler hep
yemekten geliyor aklıma, belli ki bu hayattan lezzet almanın bir ucu, bir
nimeti görerek, koklayarak, şükrederek yemekte ve doyduğunu bilmekte. Ben çok
fazla şeye doydum. Ama bilmemişim. Şimdi doymadan kalkmam gerekse bile, ne
güzel demeyi öğreniyorum. Ne güzel ışık, ne güzel merdivenler, ne güzel sohbet.
Tüm sevdiğim
şeylere kavuşamadım ama kavuşmuş kadar sekine içinde yaşamak mümkündür. Çünkü hayat
bir mümkünlük. Çünkü her an bir kıvılcımdır. Sen o kıvılcımdan, mümkün olan
tüm hayatlarını ve hayallerini birbiri ardına havai fişekler gibi rengarenk
yükselip çiçekler çizdiğini görürsün. Tüm notalar bir şarkı oluşturacak, tüm dağınıklık
toparlanacak ve fazla gelen her şey senden çıkıp ait olduğu yere ulaşacak. Bir
şeylerin yerini değiştirmek güvenli, haktır ve tüm doğru şeyler kadar doğru.
Mükemmel bir
sofra kurmak isterseniz örneğin makarna için bir dakika bile önemliymiş. Ben mükemmel
değil, doyduğum bir sofra düşledim hep. Suçluluk duymadan yemeğimi
kaşıklayabildiğim bir sofra. Şükredebildiğim bir sofra. Ürkmediğim bir sofra. Boynuma borç olmayan. Ve şimdi de biliyorum, bu illa ki baştan savma bir sofra olmak
zorunda değil. Harika bir sofra olabilir. Daha rafine bir damak tadına hitap edecek şekilde yapılabilir. Ve dostluk da aşk da sevgi de zenginlik, tevazu hüzün kahkaha tüm inanışlar, hepsi de aynı sofrada buluşabilir.
Esnemek de, eğilmek de, dik durmak da, kabımı genişletmek, onlar da mümkündür.
Evin neresi? İşte burası, şu olduğun yer. Yağmur yağıyor. Evin yağmur. Okuduğun, söylediğin sözler evin. Yedek anahtarı yok, çatısını yağmura karşı sağlam kılan sensin. Kendini yaşamdan sakınan sana, kendini yaşama sun ve gerçek kıl diye bir ev. Evinde bir evyeye geçmişi çamaşır suyuna yatırmışsın ama işler pek öyle yürümüyor. Hayata duyduğun merakla penceresini tıklatmışsın evinin. İçeriden sen bakıyorsun dışarıdan sen. Yağmur sen, yağmurda ıslanan pantolon, kazak sen ve onları kurutan soba sen. Bir gün, her şeyi olmak o evin fazla gelir ve yalnızca dış kapının mandalı olmak istersin ama kendi başına bir ev olmak şahanedir çünkü bu şekilde, işten dönerken kola almayı asla unutmayan bir babaya benzersin. Tüm derdine rağmen iyi ki o eterik göklerden düştün. Bayan Peregrin'in, uçan balon gibi uçup gitmesin diye demir ayakkabılar giyen kızıydın. Şimdi evini bir daha bırakma, yücelerden yücelerden konuşma diye sana bir beden, bir bahçe ve müzik verdik. Adi şeyleri seveceksin, sıradan konuları kolaylıkla konuşabilecek ve mecburiyeti istikrarla karıştıracaksın. Gerçek bir insan olmak zormuş demeyesin diye başka insanlar koyduk yanına. Onları evinde misafir edeceksin ve onlar kendi evlerini arar ve bulurlarken konuşmadan durmaya tahammül edeceksin.
Ben yıllar önce bu şarkıyı söylemeyi bırakmışım. Siz neleri bıraktınız? Bisiklet
sürmeyi, uçurtma uçurmayı? Sevdiğiniz insanlara daha yakından bakabilmek için, sevdikleriniz
tarafından dalga geçilmemek için, âşık olduğunuz şeyleri? İnsan olduğumuz için,
en çok insanlarla birlikteyken var olduğumuzu hissettiğimiz için, onlar için bir
şeyden, o gülünç sevgilerinizden vazgeçmek öyle doğal öyle gerekli geldi değil
mi? Aynaya dans ederken şarkı söylerken “yakalandınız”
Geçinebilmek için, sizi asıl hayatta tutan şeyleri, şiiri?
Sevgiliniz için kitapları?
Ortak alanınız uğruna odanızı, kırmızı koltuğunuzu?
Allahınız için isyanınızı?
El yazınızı, daha çabuk olmak uğruna?
Daha makul olmak, hayat merdivenlerini daha çabuk çıkabilmek
uğruna aşkı?
Hastaneden daha çabuk çıkabilmek uğruna yaşama sevincini?
Anne olmak için çocukluğunuzu? Oysa çocukluğunuz çocuğunuza daha çok lazımdı belki.
Çamaşır asarken de şarkı söyleyebilirdiniz. Kocanızla sohbet
edebilmek için gitarınızı, annenize annelik edebilmek için edebiyatı, romanı?
Her yerinizi sarmış bir bitki gibi, sözcükler, büyü,
renkler, müzik. Ekmeğinizi kazanmanız gerekiyordu, o yüzden futbolu, bagetlerinizi, o yüzden kolaj yapmayı, o yüzden cadı şapkanızı, karaoke
mikrofonunuzu bıraktınız. Yanınızda taşısaydınız ya topunuzu. Belki biri daha
vardı alışveriş merkezi görünümlü ofisinizde, okulunuzda, devam etseydiniz. Devam
etseydiniz. Kalbinizde onun mumu yansaydı. Açıktan konuşamadığınız aşklarınızı
kendinizle sohbet etseydiniz, sesinizi kaydetseydiniz, tırnaklarınızı
dişlerinizi bunun için uzatıp, hep hatırlayabilseydiniz, birini bulurdunuz belki bulurdunuz ve her gün
onunla konuşarak canlı tutardınız o çiçeği. Benden size abla tavsiyesi. Sevdiğiniz, size
yaşadığınızı hissettiren hiçbir şeye kıçınızı dönüp gitmeyin. Yoksa, acı dolu,
bommmmboş bir hayatınız olur.
Stadyuma kadar
yürüdüm. Alışveriş merkezine kadar yürüdüm. Eğer yarın yürürsem kendime
çiçekçiden çiçek alır öyle dönerim. Ama çiçekçi o saatte açık olur mu?
Akşam Ayşe, balkabağına
bir Hello Kitty yüzü oydu. Çıkan kabak çekirdeklerini kurusunlar diye gazeteye
serdim. Balkabağı çok güzel kokuyor.
Yaldızlı bir fincanda
çayımı içtim. C’nin Do, D’nin Re olduğunu öğrendim.
Serenay bana kalp
kalbe karşıdır çiçeği gönderdi. Notunu okurken, çiçeği açarken acaba nasıl,
acaba kim ve neden. Kat kat sarılmış balonlu ambalaj, kağıt, bant. Yaprakları
küçük kalplere benziyor ve upuzun saçlar gibi uzanıyorlar. Birkaç hafta önce
kendime bir sarmaşık almıştım. O da hızla büyüyor. Sarmaşıklar çok umut veren
canlılar değil mi? Hep yeni bir bebek dal, bebek yaprak, eski yapraklardan taze
bir renkte. Nazlanmıyor ve bir yolunu buluyor.
Keşke bilmenin
bir yolu olsaydı, benim yüzlerimden biri, bir başkasının aynasında duruyor,
çiçekli, kelebekli bir aynada, nasıl görünüyorum,bana dair neyi hatırlıyor? Herkese yetemezdim
belki kimseye yetmedim de, yine de bir şeyler olmuş, yine de oradaymışım. Bu duyguyu,
biri için var’dım, bana günaydın diyen biri vardı. Gerçekten var olduğunu her
insan, keşke bir anketi olsa, kaç saatte, dakikada, ayda bir hissediyor? Belki en
yoğun olarak bunu aşkta yaşadığımız için tutunup kalıyoruz aşk konusuna. Aşkta hem
tanrıda, hem ana babada, hem bedenimizde istediğimiz o ışıltının, o var olma
tınısının tohumu olduğu için mi? Çabucak büyüyor, elde olmadan, bir gece
hesapta yokken, işte bu sarmaşıklar gibi, nazsız, kararlı, hangi dala, hangi
yukarısına veya aşağısına dolanacağını bilerek, sormadan, izin istemeden. Keşke
daha çok ve her gün her an daha çok histe, anda ve eylemde bu olsa veya zaten
olduğunu biz de görsek, ah görülüyormuşum, sesim zaten varmış ve dinleniyormuş,
O zaman bile yok, sanmam, aşka yine düşerdik, boşverin, birinin yerine başka
bir şey koymaya boşuna çalışıyoruz.