Bu söğüt ağacını tanıyorum.
Fethiye’de de vardı. O zamanki bir dere
kenarındaydı. Bu ağaç Eryaman’da bir yol kenarında. Asfaltta oturuyorum. Ağacın dalları beni örtüyor.
Ağacın gövdesinden
ayrılan ilk yetişkin dal muhtemelen bir rüzgarda çatırdayıp boyuna ayrılmış. Orada,
ağaçta kalan kocaman parçası çıplak; yağmura, kara, rüzgara maruz kalacak. İnsan
bakınca, o boşluğa, çıplaklığa üzülüyor. O giden dal, gövdenin canını yakmış
mıdır? Kendine bir kabuk, bir koruyucu tabaka örebilir mi? Şeklinin bozulduğunu
kafasına takmış mıdır? Durumunu kabul etmesi kaç gününü, kaç yılını almıştır?
Ağaçlar da bir
çatırdamayı önce tüm bedenlerinde hissediyorlar mıdır? Şimdi geri kalan bu
gövdeye ne olacak, o koca dal ortasından yarılıp düşebildiyse biz minnacık
yapraklara neler olmaz? Geride kalan hayatı koruma derdine düştüklerinde, o
parçalarını unutmaya başlıyorlar mıdır?
Ağaçlar da belki
bir işaret bekleye bekleye, beklerken büyüyüp gittiklerini anlamıyorlardır. Ama
bir gün rutinleri bozulunca, bir yabancıyla karşılaşınca, yan apartmanda
ansızın çalmaya başlayan şarkı Sing for the laughter and sing for the tear dediğinde
artık nihayet anlıyorlardır. Büyüyeceksin!
Dal koptuğu anda amaaan boşver, bizde daha ne dallar var diyecek kadar umursamaz olduklarını sanmıyorum ama bu güneşin altında nelerin mümkün olabileceğini fısıldayan hayat devam ederken, usulcacık akan zaman onlara şunu sezdiriyordur. O dal, her şeyiniz değildi.