menzil evdir, kalb köpek


 Beni kimse bu kadar incelemedi demişlerdi, beni kimse bu kadar incitmemişti, diyerek gitmeden önce. Ben onları mikroskopla, teleskopla inceledim. Kendilerinde fark etmedikleri iyiliklerini görerek, bunu ilk sen gördün, ilk sen söyledin, dedikleri yanlarını onlara gösterip sevdirerek sevdim. Galiba ben de hep böyle sevilmek istediğimden. 
Hikayelerini dinlemeye istekliydim. Hayret ederek söylediler, “ben bunları kimseye anlatmadım.” Ve bazen herkese anlatıp durdukları hikayelerin beni sıkacağını, öyle değil, gerçeklikleriyle tatmin olacağımı bildikleri için gerçeğin de, yalınını, durusunu anlattılar.


Doğanın bir parçası olduğum için sevmişlerdi belki. Nehirlerin, gökyüzünün, ormanın. Şimdi vahşi bir parçası sayılmam; gizli, sakin, incelikli bir parçasıyım. O yüzden belki anlayamadıkları ama kendi özlerine yakın buldukları bir şeydim. Onları severken onların gerçeğine rağmen, gerçeği için de, insan böyle bir şeydir, diye gördüğüm için sevdim. Zaaflarını bildim, onları da sevdim. Onları merhametle sevmemi sevdiler belki ve karşımda bu kadar çıplak kalmak ürküttü sonradan onları. D
inlemek benim verebileceğim bir emekti. Bende dinlendiler, sonra belki benden yoruldular, belki kendilerinden. 


O gün dünyamı çevrelerine örsem de içimi korumaya, kalbimde bir yuva kurmaya çalıştığımı anladılar, belki bu korkuttu. Ben onlardan gidersem aslında yeni birine, bir başkasına gitmeyeceğimi, kendi özüme gideceğimi bildiler. Sakince ama ansızın, kendimin, hayatın peşinden gidebileceğim ihtimali hep vardı. Yaradanla, kaderle yarışamayacaklarını, duygularımın akışını kontrol edemeyeceklerini bildiler. Sarılınca bunun gerçek bir sarılış olduğunu, bir niyet taşıdığını, onlar rahatlasın diye yalana sığınmayacağımı da biliyorlardı. 


Benim incinmem de onları incitmiştir. Benim gibi kırılgan bir varlıkla başa çıkamamak, ruhumun yarasını iyileştirememek onları çaresiz bırakmıştır. Değer verdikleri şeylerin benim için değersiz olduğunu gördüklerinde. Verdiklerinin keyfini çıkarmış ama vazgeçilmez olmadığını duyurmuşumdur. Senin verebileceğini arzu etmeyen, en azından vazgeçilmez görmeyen birini nasıl ve neyle kontrol edebilirsin ki? Yenilerek yaşayabileceğimi, gidiyor görünürken durabildiğimi, durarak da gidebildiğimi görmüşlerdir. Tutunmadan bunca yıl kalabildiğimi gördüklerinde peki ya bir gün onlara tutunmaktan vazgeçersem ne olacağını bilememişlerdir. 


Defalarca yenilmiş görünmemi kendi yenilgileri olarak görüyorlardı belki. Bu kadar çok kaybettiğim halde beni yine de nasıl kaybetmiş hissettiklerini, bana karşı kaybetmiş hissettiklerini anlayamıyorlardı. Benim kendilerinden nasıl bu kadar uysalca hırkamı alıp çıkarak gittiğime hayret ettiler. Ne kadar çok vazgeçmişim. Hayata tırnaklarımı takmamışım. Hayatı bir kavga gibi değil, ırmaklar kenarında durup bakmak ve kendimi atıvermek gibi yaşadığımı anlamadılar. 


Onca tecrübelerine rağmen belki benimle acemi hissetmişlerdir. Özene bezene biriktirdikleri, masaya koyduklarında rağbet görmüş şeyleri benimleyken anlamsız gelmiştir onlara da. Sadece bakım vermedikleri ruhlarının, akıtamadıkları gözyaşlarının, sadakatlerinin, güvenlerinin soyunarak yanıma uzandıklarını görmüşlerdir. Sevgimin kaynağı nedir, onlar buna gerçekten değerler mi, buna inanamamışlardır. Bu kadar iyi miyim ben, neden bu kadar sever ki beni, diye, tatmadıkları bu şeyi evirip çevirmişler ve bir kusur bulmaya ve buldukları ilk fırsatta bu yabancı nesneyi bünyelerinden atmaya çalışmışlardır. Benim sevgim yapışkan bir sevgi değildi ama sevgiydi. Beni ve diğerini iyileştiren de bir sevgi olmasını diledim hep.


Beni onları incelediğim kadar incelemediler ve bazen incelediler ama gördüklerini kendilerine sakladılar. İyi sözleri içlerinde kaldı. Hep ayrılıktan sonraya kaldı. Bilirsem giderdim sandılar. Oysa daha da çok kalırdım. Bilmem belki de hep kalmamdan mı korktular? 


Omzumdaki yükü bilmiyorlardı çünkü ben onların dilinde yakınmıyordum. Onları sevmemin, kendime rağmen, kendimle bir savaşta olmak, savaşırken ufalanmak ve büyümek demek olduğunu da bilmiyorlardı. Onların döşeğinde yatıyorsam, uyuyabiliyorsam bu bile bir şeydi. Yakın olabilmek, ölüme rağmen, yarın kaygısına rağmen evet demek, ölüme rağmen onlarla yürümek, onlarla oturup yemek, o kadar da olağan ve kolay değildi. 


Konuştuklarına öncelikle kendilerinin hayret edip sonra kendi ağızlarından kendi kulaklarının duydukları yüzünden kendilerinden eskisi kadar hoşnut olmamaya başlayacaklarını bile bile ve bu hoşnutsuzluğu zamanla bana yöneltip beni sessizlikle, değersizleştirerek, güzel bir şeyi mahvetme arzusuyla gideceklerini bile bile, bana ve onlara rağmen seviyordum. 


Bende beğendikleri her yanımı tek tek ince ince budamaya kalkışacaklarını ve bir gün mutlaka başaracaklarını bile bile seviyordum. Benim sevgim yerinde, farkında, bile bile verilen bir sevgiydi. Zamanımı bir boşluğa, bir “hayırlısı olsun” hissine hediye ettiğimi bile bile, duygularımın onlarınkine dolanacağını, bu dolaşıklığı çözmenin yıllar sürebileceğini bile bile seviyordum. Kendimi açarak, insanlar arasında olmak bazen bana eziyet verse de, onlara sarılarak, insanlarla avunmanın yalanlığını bile bile, yalnızlık Allaha mahsus olduğundan, gittiklerinde, sessizliklerinde çektiğim acıya rağmen orada durdum ben. Onlar bunları öylesine, şuursuz bir duygu seli sandılar. Oysa hepsinin, kendilerinin de hesap ettikleri gibi bir bedeli vardı ve o bedeli ben de ödedim. Ben de parçalanarak değiştim. Kendime, özüme doğru. Her insandan ve kendimden de çıkarak varacağım yeri biliyorum, bu derde neden düştüğümü de. Önceden geldiğim yer gibi, daha derini şimdi belki. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

menzil evdir, kalb köpek

  Beni kimse bu kadar incelemedi demişlerdi, beni kimse bu kadar incitmemişti, diyerek gitmeden önce. Ben onları mikroskopla, teleskopla ...