Gran Torino

Bazı şeylere cevap bulmuş olmam hoşuma gidiyor. Örneğin, leopar desenli bir şey bana yakışır mı veya alt kirpiklerimize bir şey sürmeli miyiz? Veya ben artık nahif biri değil miyim?

Kötülüğüme bir kavrayış yolculuğu, bir manevra, bir kazı yaparak onunla konuşmaya çabalıyorum. Konuşuyorum, nasıl yapalım da bu acıyı çekmeyelim ve başkasına acı vermeyelim diye. Bu beni hemen iyi biri yapmıyor ama olsun.

Sevmek ve sevilmek çok güzel olduğu için veya insanların yüzüne vurmak istemiyorum, onun için, yolunu da çok bilmiyorum direk söylemekten başka. ta ki son ana kadar, bardağım çabuk taşmıyor, bardağımın başında da beklemiyorum açıkçası. Bazen şöyle demek istiyorum asıl naif sizsiniz. Bir kayanın üstünde oturup bakıyorum size. Kayanın yosunlarını yolarak bakıyorum. Aynı yollarınızın yanınıza hep kâr kalacağına inanmanız dolayısıyla, öğrenmiyorsunuz ve sizin öğrenmeyişiniz başkalarına acı veriyor.

Bana gelince, belki de onlardan daha matah değilim. Yıllar önce bana tamamen başka bir şeyden dolayı kızan bir arkadaşım bana şöyle demişti. Bloga gidip seni hiç tanımayan insanlara çok iyi biriymişsin gibi yazıyorsun. Gerçekten de öyle yapıyorum Başakcım diyememiştim. Şimdi diyeyim. Buraya gelip elbette senin değil kendimin iyi biri olduğunu vurgulamayı seviyordum. Hem insan genelde böyle bir varlık olduğu için hem de neden biliyor musun? Benim galiba buradan başka derleyip toparlayabildiğim bir hayatım yoktu ve umuyorum ki şimdi var. O yüzden burada da, orada da iyi, kötü, güzel, çirkin ve her şey olabilirim ve bunun bedelini ödeyebilirim.

Son zamanlarda Jamie cullum’dan gran Torino’yu dinliyor, mavi bir mum ve ejderha kanı adında bir tütsü yakarak yazıyorum.  Başımıza gelenlerin hepsinin bir değil beş değil beş bin sebebi olabilir. Bugün atölye grubunda Ayşenur o filmden bahsedince (what the bleep do we know) aklıma geldi. Ne biliyoruz ki? Bu soru beni hep sevdiğim insanlara döndürüyordu bazen kendi mutsuzluğum pahasına. “Ne biliyoruz ki?”

Elektrik kesildi. Elektrik kesildiğinde dünyanın anında sessizleşmesini o kadar seviyorum ki.

Ormanda gezen bir kadınla ilgili bir şarkı yazmıştım. Yazdığım şarkılar marşa benziyor veya ninniye. Bu arada spotifyda şarkı yayınlamanın ne kadar kolay olduğuna inanamazsınız. Sadece bir hafta bekliyorsunuz. Bence herkes kendi şarkısını yazıp direk yayınlamalı. Ama en son bunu bir kitap için söylediğimde herkes yazar ne var ki dediğimde bu sefer beni fazla hafife almışlardı. Hani İngeborg bachmann diyordu ya insanlar birbirlerini küçük küçük zaten her gün öldürüyorlar savaşa gerek bile yok. Bir arkadaşım bana şöyle demişti. kitabını kimse almazsa öğrencilerimize zorla satarız okulda. Ama ben bunun üzerinde durmayacak kadar efendi biriydim. 

Buraya çöp dökmeye gelmiş gibi oldum bugün, o öyle demişti bu böyle demişti diye. Bırakın biraz da ben anlatayım. Efendi biri olmanın insanı kanser yapabileceğini babamdan biliyorum ve bence gabor matenin de bu konuda söyleyecek çok sözü vardır. Bu durup dururken ortaya çıkan travmalara ve travmacılara başlayacağım artık. Şaka şaka. Hepsiyle başa çıkacağım kendim ve gelecek nesillerimiz için. Sonra buraya gelip hepinizi iyileştireceğim merak etmeyin.

6 yorum:

  1. iki günde iki post.beni mutlu ettin.teşekkürler.ben çöpleri ikişer poşete koyuyorum.dışardan görünmesin ve suyu akmasın diye.ama senin çöpleri merak ediyorum içinde neler var:) bu kötü bişey mi :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ayşenur diye bir arkadaßımın sanatçının yolu atölyesine katılıyorum. hızlı sonuç alıyorum🙏😇 çöp nedir ki? Birinin çöpü diğerinin hazinesi derler. Senin çöplerini de ben merak ediyorum 😂

      Sil
    2. Hilal hanim uzun yıllar sizi takip etmiş sonra nasıl olduysa kaybetmiştim. Birden aklıma düştünüz bir arayayım dedim direkt karşıma çıktınız. Nasıl mutlu oldum. Eski bir arkadaşı aniden görüvermek gibi😊

      Sil
    3. Tekrar merhaba💖🤗

      Sil

Eski Kitap, Yeni Kitap

Blogdaki yazılardan 2014 yılına kadar olanların toplandığı bir kitabım vardı biliyorsunuz. Bu kitabın yayıneviyle sözleşmesi çoktan bitti. B...