Govinda

 


Tozun içinden çıkmıştın. Turuncuya boyanmış gökyüzünden, sistemlerden gelmiştin. Omuzlarını biraz açsan, diyordu bir ses. Biraz dudağını kırmızıya boyasan diyordu. Ne diyorsun diye başını salladın, sanki parmak arası terlik alıyordun bir mola yerinden. Pembe mi mor mu? Oysa dünyayı yerinden oynatıyordun. Ben senin depreminde, yangınında yoktum. Sen de benimkinde. O yüzden bir camın arkasından soruldukça fikrim, banane ve bize ne, senin hayatın ve senin kalbin diyordum.

Uzun yıllardır içimde bir fil oturuyor Melahat. Bunu sana diyorum çünkü onun yavrusu da senin içinde. Dünyamda bir yerler kıpır kıpır ama sanki hep yanlış yerler. Herkesin içinde herkes ve her şey vardır diyordun. Dünya, dostum Govinda, diye başlayan bir cümlede.

“Dünya dostum Govinda, mükemmellikten yoksun ya da mükemmellik yolunda ağır ağır ilerliyor değildir; hayır her an mükemmeldir o, tüm günahlar bağışlanmayı, tüm küçük çocuklar yaşlıyı, tüm bebekler ölümü, tüm ölenler sonsuz yaşamı kendi içinde taşır. Hiç kimse bir başkasının yürüdüğü yolda ne kadar ilerlemiş olduğunu göremez, haydutların ve zar atıp kumar oynayanların içinde bekleyen bir Buddha, Brahmanların içinde bekleyen bir haydut vardır.”

 Susamıştım, başım ağrımıştı, sen sarhoştun. Komidinin üzerinde ağrı kesicilerim vardı. Başımı omzuna dayadım. Kimse hatırlamazsa Melahat, komodin de, sen de hatırlamazsan, ben hatırlayacağım.

 Senin de böyle bir halin oldu mu? Tabii olmuştur. Çıplak ayakla gezdin günlerce, mutlaka olmuştur. Doğum sancınız var dediler de, hiç sancı hissetmediğin, anlamadan yaşadığın oldu mu, senin de bir kızın oldu mu, balkonlardan bağırmak gelen şarkıların, kar yağmak diye çevirdin mi snow’u. Sana da her şeyin gülünmeyecek kadar ciddi geldiği oldu mu? Senin de hiç çok öfkeli olduğun ve bunu koyacak yer bulamayıp mümin kulların kalbine koyduğun oldu mu?

Çocuğum doğduğunda yoktun, aşık olurken, aşıklar olurken yoktun, elimden tutardın olsaydın biliyorum, alnımdan öper, aferin derdin, aferin kızıma, go girl! Der miydin?

Sevilmemiş olmanın yası ne zaman biter, tutulup tutulup terhis edileceği bir zamanı var mı? Bu ne bitmez yasmış Melahat? Hangi çeşmenin başında hangi gelmez suyun sakasıymışız* böyle daha kaç kış bekleyeceğiz biz?

Hayrına lokma dökeceğim artık, ağzımız tatlansın. Sen baharatlı, festivalli, devetabanlı elbisenden, paçuli kokusundan bir tablo yapmışsın, başucuma asmışsın, hep olmuşsun gibi, lohusa şerbetimi yapmışsın, misafirlerimi ağırlamışsın, Canımın yandığını söylediğimde bitti geçti gitti dememiş, süpürmemişsin gözyaşımı, ağla gülüm demişsin. Hazır başlamışken hepsine ağla. 

Oh üstüne bir güzel hindistan cevizi ve tarçın da dökeceğim o lokmaların.

Sevdiğim şarkıları söyleyeceğim karantinaaaa, 

hem evet var içimdeee hem hayır hem şeeeer. 

Buhurdanlık peşinde ziyan ederiiiiz akılsız başımızıııı.

Tek bir şey değiliz değil mi Melahat, biz kendimizin Meryem anası, Fatma anası, Godivasıyız. Bir pembe noktayız tarihte. İnsan, görülünce renklenirmiş, görülmezse siyah beyaz kalırmış. Biz gerçek olduk ya Melahat. Saka olmasak da olur.

1 yorum:

Eski Kitap, Yeni Kitap

Blogdaki yazılardan 2014 yılına kadar olanların toplandığı bir kitabım vardı biliyorsunuz. Bu kitabın yayıneviyle sözleşmesi çoktan bitti. B...