Yeni bir dil doğuyor. Evlerimize çekildikçe, kitaplara, sevdiklerimize sarıldıkça daha çok yaşıyoruz,
daha çok düşünüyoruz. Uçaklara binerken, tatillere
giderken, kalabalıktan geçerken orada ölen insanların çocuklarını, ana babalarını bir daha görüp ağlıyoruz ve evlerimize dönüyoruz. Mahallemize dönüyoruz. Dünyanın değiştiği yere dönüyoruz. Dünyayı değiştirmeye dönüyoruz. Komşumuzdan tuz, yoğurt veya soğan istiyor, yaptığımız yemek kokmuştur diye onlara da götürüyoruz. En tehlikelisini biz yapıyoruz. Birey kabuklarımız çatladı, içimizden hüzünlü de
olsa bir hayat, kardeş bir halk çıkıyor. Yalnız değilmişiz. Ayrı değilmişiz. Yurtsuz değilmişiz.
Fakir değilmişiz. Altınlarımızı bozdurursak dünyalarımız yıkılmazmış öğreniyoruz. Dünyalarımız zaten yıkıkmış, yeniden kurmayı öğreniyoruz. Bize ait
çok eski bir şeyi, şerriyle hatırlatanlara, bir iyinin ne kadar iyi olduğunu anlamak için bazen yolumuzun bin kötüden geçtiğini söylüyoruz.
Azala azala ölüyor ve ölürken hikayeler bırakıyoruz. Dünyanıza
inanmıyoruz. İçinde sizinle karşılaşacağımız bir cennete ve bizim gibilerle
dolu olacağını söylediğiniz cehenneme de. Zulme duyduğumuz öfkenin yerini git gide insanlığa, doğaya ve hayata duyduğumuz hayret ve sevgi alıyor. Kalplerimizde bir şeyler oluyor. Mayalanmış ekmekler gibi burada sessiz ve sıcacık büyüyoruz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder