İşte hırkanız,
şemsiyeniz, fincanınız size geri gönderilmiş. Atabilirsiniz, demenize rağmen,
bir değer verilmiş. Sanki, olsun, size ait bir şeyi atmaya kıyamayız,
demişler. Gece bunu düşündüm sağa dönüp sola dönüp. Bu fikirden gözlerim
yaşardı. Tırnaklarımda simler, saçlarımı açıp, ağacımı süsleyip, annemin
buzluğuma koyduğu taze fasulyeyi pişirmek, yanına pilav yapmak git gide
kolaylaştı. Ömrü bitmemiş eşya da, insan da işte, yaşamaya devam etti.
Sokağın başında
bekleyen hayalet arabayı kaldırdılar. Benim yükümü kaldırdılar sanki. O arabanın
davası görüldü veya davacı vazgeçti, bilmiyorum. “Bu arabaya dokunmayın”
yazıyordu üstünde. “Arabayı bu hale getirenlerin bulunması ve cezasını bulması
için burada duruyor.” Böyle bir şey yazıyordu. Markete giderken onu gördükçe moralim bozuluyordu. Bu bana, eskinin hesabını
dürmeye direnen bir parçamı hatırlatıyordu. Sorumluları cezasını çeksin diye beklerken,
her gün içinde taşıdığın bir enkazla, bir demir yığınıyla bedeli kendine
ödetmek. İşte sonra şöyle dedi sevgi: Hepinizi olduğunuz halinizle gördüm,
kabul ettim. Ben yine de kendi yoluma gidiyorum, yüzümü de iyi bir şeye dönmeyi
seçtim. Bu enkaz da size ait, bana değil.
Hani demişti ya, “yalnızlık
mı, ne yalnızlığı? Şu kuşları, ağaçları, dağları görmüyor musun?” Dünya kardeş
olmuş, gözlerimi yumduğum anda yanımdalar. Bu yalnızlıkta ne kadar çok bereket,
bolluk içindeyim. Mutfak masamda oturup her daim yeşil ağaçlara bakarken yağmur
başladı. Özge dedi ki, yağmur yağarken edilen dualar kabul olurmuş. Bütün dualarım
kabul oldu. Sonra gözüme bir şey batıyordu, Özge dua etti ve geçiverdi. İnsan sevgiden
başka bir şeyle iyileşmez gibi geliyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder