Her şey Eylül’de başlar. Ya da bana öyle geliyor.
Rüzgar başlar. Uzaklardan
gelen sesleri daha net duymaya başlarsın. Rahat bir nefes alırsın. Eğlenmek zorunda
değilsin. Gezmek zorunda değilsin. Serinlemek, sulara atlamak, bavul
toplamak bavul açmak zorunda değilsin. Bahçeye her çıktığında başkalarıyla
karşılaşmadan durabilirsin. Soğuğa tahammülü en yüksek olan dışarıda kalır.
Dün kargoda
paketi verdiğim adam kolumdaki dövmeye bakıp gerçek mi, dedi. Evet dedim. Bir kolunda
kral tacı, bir kolunda kum saati dövmesi vardı. Sizin de varmış, dedim. Bu dövmeleri yapan kişi artık yaşamıyor dedi. O intihar ettikten sonra ben bir
daha dövme yaptırmadım. Bir de sohbetlerde bu konu oluyor. Kime yaptırdığın. Bu konu açılıyor çünkü hem o bir sanat eseri hem de o kişiyle, dövmenin büyüklüğüne göre değişmekle beraber, vakit geçiriyorsun ve normal insan iletişiminin ötesinde bir şey paylaşıyorsun. Bir doktora kendini teslim etmen gibi. Yıllarca insanların kuaförleriyle kurdukları bağı anlamamıştım. Bunu dövme yaptırınca anladım. Evet, ondan başkasına gitmek istemiyorsun. Sana bakım yaptı. Sen ona güvendin ve bu güveni boşa çıkarmadı, belki bu.
Dövme bir zaman
darlığını hatırlatıyor. Bunu bilmiyordum. Kısacık bir zamanda insanların hayatlarının
bir yanına dair bilgi alabiliyorsun. İnsanlarla dövmeler üzerinden hemen
tanışıp, hemen bir hikaye duyabiliyorsun. Oğullarının adını öğreniyorsun,
bir sonraki dövmenin ne olacağını öğreniyorsun. Bazen hikayesini
anlatıyorlar. İnsanların daha adını bilmezken bir hikayelerini bilir hale geliyorsun. Bana sorulduğunda bazen sadece bunu sevdim diyorum bazen
uzun uzun anlatmak istiyorum. Kişiye göre değişiyor galiba.
Bir şeylerin
birbirine eklenme biçimlerini takip edecek kadar dikkat ettiğimde hayat zevkli geliyor. Yalnız olmasaydım yazmazdım, yazmasaydım çeşitli hayal kırıklıklarına
uğramazdım, sonra bu yaratıcılık buluşmalarını açmazdım, açmasaydım Benay’la
tanışmazdım, Benay’la tanışmasaydım doğru düzgün şarkı söylemeyi ne çok
istediğimi hatırlamazdım. Bazı adımlarım o kadar manasız o kadar uzun yol gibi
geliyor ki, bazen de hayat zaten bundan ibaret gibi. Dolambaçlı bir
şekilde, bu kadar geç ve bu kadar güç olmalı mıydı, aşk için diyorlar, iş için
diyorlar, para için diyorlar, çocuk için diyorlar. Bu kadar uzun sürmeli miydi? Kendimce
büyük talihsizlikler yaşadım. Şimdi bunlara şükrediyorum diyecek kadar da
olgunlaşmış sayılmam ama hayat ne zaman güzeldi hatırlayacak kadar gözümün önü açıldı.
Ne zaman güzelmiş biliyor musunuz? Tüm aksilikler ve kötülükler üst üste
yığılmamışken, ya da bir kısmı dağıldığında, bir tane arkadaşınız varken,
yataktan kalkabiliyorken.
Koşu yolunun turuncu halısından yükselen yanık plastik kokusu, işte depeche mode’dan goodbye, işte how deep is the ocean derken, sakıncalı ama faydalı arkadaşlar, tıpkı benim gibi öfkeli, nazik bir biçimde yelloz, sanatçı ruhlu, koca küpeli veya mor başörtülü ve çatal dilli ve ayağı yere sağlam basan ve saçma sapan şeylere pabuç bırakmayan kadınlar ve kırk yaşımın rüküş simleri hepsini topladım yürüyorum.
18 Eylülde bu buluşma tekrarlanıyor ve söylemek adet olduğu için değil gerçekten olduğum için heyecanlıyım ve beni en canlı hissettiren şeylerden biri bu toplantılar. O kadar değişiyorum güzelleşiyorum güçleniyorum ki kadınlar arasında. Katılan insanlar nasıl da tam denk geliyor birbirine, bana ve birbirlerine dost oluyor, yıllardır tekke zaviye ve türbelerde aradığım bu ruhu kendi davetim olan bir zoom toplantısıyla bulmaya başlamam bana ironik geliyor. Madem yok icat edeyim. Madem her kulüpten dışlanıyorum kendi kulübümü kurayım. Herkes yapsın bunu, bunu öyle çok istiyorum ki. Olmayanı yazmak, en çok özlediğini uydurup icat etmek, herkes bunu yapsa, yalnızlık kalmasa ve insanlar yalnızlık hissinden ölmese...
Hoşgeldiniz.
YanıtlaSilSiz de hoş geldiniz 🌺
YanıtlaSil